7 Ekim 2012 Pazar

DOĞUMDAN SONRA SÜTÜN HEMEN GELMESİ İÇİN YAPILABİLECEKLER

    Anne adayları mutlaka okuyun...! Öncelikle şunu söylemek isterim ki ben hamileliğimde doğumdan sonra hemen süt gelmesi için yapabilecekleri hiç araştırmamıştım. Çünkü hamileliğimde sütüm geliyordu ben de bunun direkt bebeğime yeteceği kanısına vardım ve ilgilenmedim ama maalesef sütüm yetmedi. Bu bir anne için gerçekten çok üzücü bir şey. Bebeğinize yetemediğinizi düşünmek hele ki anne sütünün faydalarını bilen ve emzirmenin öneminin bilincinde olan bir anne olarak insanı çok üzüyor.
    Daha sonra bir çok deneme ve araştırma sonucu sütümü artırdım ama iş işten geçtiği için zaten bitmeye yakın sütümü günlük ihtiyacın yarısına yetecek kadar yükseltebildim. Özellikle eğer bu yazıyı hamileyken ya da daha bir kaç haftalık anneyken okursanız çok daha şanslısınız.

    İlk Sütün Gelmesi:


  1.     Doğum yaptığınızda sütünüz hemen gelmeyecek. Başlangıçta az miktarda "kolostrum" adı verilen fazla koyu ve besleyici olmayan ancak bebeğinizin çok ihtiyacı olan antikorlar ve hızlı gelişmesi için bol miktarda büyüme faktörleri içerir. Sakın kendinizi; sütüm gelmedi, sütüm yetmiyor ya da sütüm doyurmuyor diye üzmeyin çünkü üzdüğünüz anda; hem sütünüz üzüntü ve stresten hem de beyninize gönderdiğiniz "sütüm az" sinyallerinden dolayı azalacaktır.
  2.     Bebeğinizi bol bol emzirin. Zaten bebeğiniz doğar doğmaz çok güçlü bir emme refleksiyle doğar: benim oğlum ilk yüzüme yaklaştırdıklarında dudağımı emmeye çalışmıştı =). Bebeğinizi sık sık emzirmek onun kendisini güvende ve huzurlu hissetmesini sağlayacaktır.
  3.     Mutlaka daha önce bebeğini rahatlıkla uzun süre emzirmiş birinden yardım isteyin. Emzirmek deneyim ister ve bu konuda öğreneceğiniz ufak trikler işinize çok yarayacaktır
  4.     Bebeğiniz ilk sütünüzle doymayıp huysuzlanacak ve ağlayacaktır. Unutmayın bu yalnızca sizin bebeğinizin başına gelmiyor ve bu kesinlikle sizin hatanız değil. Hastanede hemşireler bu durumu zaten bildikleri için bebeğinize sizin asıl doyurucu sütünüz gelene kadar mama takviyesi yapacaklardır (benim oğluma yapmıştık). Ancak mamayı kesinlikle biberonla vermeyin. bebeğiniz ilk başta biberonu da sizi de emebilir. Siz de buna güvenerek nasıl olsa ikisini de emiyor diye düşünebilirsiniz ama bir süre sonra biberona alışacaktır. Benim oğlum 3 ay ikisini de emdikten sonra beni reddetti. Biberon yerine çay kaşığı, şırınga, kaşık uçlu biberon tercih edebilirsiniz ancak çok dikkatli olun. bebeğiniz henüz büyük miktarları yutamıyor yavaş ve çok az az içirin. Eğer bu yüzden kendinizi suçlar ya da çok etkilenir üzülürseniz sütünüz de bu durumdan etkilenecektir. Yalnız şunu da unutmayın ki ben burada büyük streslerden söz ediyorum. Sonuçta büyük maddi ve manevi problemler yaşamasına rağmen aralarında bir yaş olan iki oğlunu aynı anda sadece emzirerek besleyen bir anne tanıyorum. Demek istediğim şu ki öyle hemen biraz moraliniz bozuldu diye sütüm azalacak psikolojisine girmeniz de doğru değil. Burada esas önemli nokta "beyninize sütüm bol sütüm çok" sinyalleri göndermenizdir. Evlat edinen annelerin yaşadığı yoğun annelik duyguları sayesinde beynin buna karşılık süt ürettiğini ve bebeklerini emzirebildiğini biliyor muydunuz?
  5.     Gelelim en önemli maddeye: Sütün geldiğini nasıl anlarız? Anneliğinizin 3-5. günlerinde asıl besleyici ve miktarı fazla olan sütünüz gelecektir. Bunu göğüslerinizin iyice büyümesi ve sertleşmesinden anlarsınız. Merak etmeyin fark etmemeniz çok zordur. Bu süt geldiğinde bebeğinizi mümkün olduğunca çok emzirin ama bebeğiniz bu kadar sütü muhtemelen boşaltamayacaktır. Bunu mümkünse bir süt pompasıyla sağıp üstüne tarih atarak buzluğunuzda depolayın. Bu sütünüzün azaldığı ya da bittiği dönemlerde ilaç gibi gelecektir. Ancak buzluktaki sütünüzün kullanım süresi 6 aydır, bunu unutmayın. Eğer süt pompanız yoksa bu işlemi elinizle de yapabilirsiniz ya da sütü saklamak istemiyorsanız ılık duşun altına girip sağıp boşaltabilirsiniz. Bu sütü sağmanız çok önemlidir çünkü sağdığınızda beyninize süt yapması için devam etmesi gerektiği komutunu vermiş oluyorsunuz. Ben bu sütüm geldiğinde sağmam gerektiğini bilmediğim için sütüm çok gelmesine rağmen bebeğim hepsini boşaltamadığı için azaldı ve bir daha hiç o kadar sütüm gelmedi.
  6.     Bu bahsettiğimiz doyurucu sütün gelmesi için ılık duş alın çok faydasını göreceksiniz.
  7.     Bebeğinizi öpün, koklayın, okşayın, sevin. Bu sevgi beyninize onu beslemek için süt üretmeniz gerektiğini hatırlatacak.
  8.     Su süt yapar mı? Evet... ! Çok çok çok çok su için, mutlaka 3-3.5 litre su için sütünüzün nasıl arttığına siz de şaşıracaksınız.                                                                                                                                 Tüm bu yazılarım tecrübeyle sabittir. Maalesef ben bunları oğlum 2 aylıkken denedim ve günlük 200 cl' ye düşen sütümü 500 cl' ye çıkarttım. Buna da şükür umarım siz kontrolü baştan ele alır, doğumdan sonra emzirme sorunu yaşamaz ve en az 6 ay bebeğinizi sütünüzle beslersiniz.
Ayrıca aşağıdaki linke de bir göz atmanız çok faydalı olacaktır.
        Emzirmek güzeldir...!
        

    5 Ekim 2012 Cuma

    BEBEKLERDE KANGURU NE ZAMAN KULLANILIR?



    • Bebeğiniz doğduğu andan itibaren kanguru kullanımına başlayabilirsiniz. Burada önemli olan doğru kanguru hangisidir?
    • Bebeklerde kanguru ne zaman kullanılır?
    • Kanguru kullanmak zararlı mıdır?
    • En iyi kanguru hangisidir?

    Tüm bu soruların cevabı aslında bebeğinizin
     ayına ve yaşına uygun olan kanguruyu seçmektir.



    Hangi Kanguru Daha İyi?



     Benim başlangıçta slinglerden haberim yoktu. Bu yüzden Chicco'dan aldığım standart kanguruyu kullanmak için oğlum 3 aylık olana kadar beklemek zorunda kaldım. Çünkü kanguruda çok küçük kaldığı için ve kendini henüz dik tutamadığı için bükülüp sıkışıp rahatsız oldu. Eğer standart bir kangurudan bahsediyorsak bir kaç ay beklemeliyiz ama slingler anne kucağı kadar rahat ve güvenli bir taşıma imkanı sunuyor.                                                               Doğduğu andan itibaren kullanabileceğiniz slingler sayesinde hem bebeğinizin; sizin kokunuz, kalp atışlarınız ve sıcaklığınızla huzur içinde uyuyor hem de siz ellerinizi rahatlıkla kullanarak; bulaşık yıkamaktan kitap okumaya, anahtarla kapı açmaktan alışverişe her istediğinizi özgürce yapabiliyorsunuz.
        Ayrıca sizi bilmem ama ben oğlum doğduğunda yanıbaşımda bile olsa hem özlüyor hem de benden uzakta kendini güvende hissetmediğini düşünüp vicdan azabı çekiyordum. 
        Üstelik slingler fiyat olarak da oldukça makul. Zaten aldığınız standart kanguruları 9 kg' a kadar kullanabiliyorsunuz bu da ortalama 5-7 ay arasına kadar kullanabileceğiniz anlamına geliyor. Bu süre içinde aldığınız slinglerle de bebeğinizi rahatça taşıyabilirsiniz. Daha sonrasında ise http://tuniko.com/Bebek-Tasiyicilari-ve-Aksesuarlari,LA_210-2.html bağlantısından ulaşabileceğiniz çeşitli markalardaki bebek taşıyıcılar kelimenin tam anlamıyla imdadınıza yetişecektir.
        çünkü hem bebeğiniz artık büyüdüğü için diğer taşıyıcılarda rahat edemeyecek hem de siz ağırlaşan bebeğinizi taşırken, ağırlığı sadece omuzlara veren kangurular yüzünden omuz ve sırt ağrılarından çok şikayetçi olacaksınız. Verdiğim linkteki Ergo Baby, Beco gibi kangurular ağırlığı sırt çantası mantığıyla  vücudunuza eşit dağıtacağından çok daha kolay bir taşıma imkanı elde edeceksiniz.
        



    Bu bebek taşıyıcılar 3-4 yaşa kadar kullanılabilmektedir.
    Ben Ergo Baby kanguru kullanıyorum ve oğlum da ben de çok memnunuz
     

    Kanguru Zararlı mı?

        Eski tip standart kangurular söz konusuysa çok sağlıklı olduğu söylenemez çünkü bebeğiniz kasıklarında asılı durmaktadır. Ancak sling ve bir önceki linkte verdiğim bebek taşıyıcılar bebeğin normal duruş formunda taşıma imkanı sunduğu için sağlıklı ve güvenlidir. unutulmaması gereken şey; bebeğimin aylık kontrollerini yaptırdığımız başarılı bir profesörden öğrendiğime göre bebek taşıyıcılar kullanırken bebeğinizi saatte bir 5-10 dakika çıkartıp bacaklarını dinlendirmelisiniz.
        Ayrıca sizin bel, omuz ve sırt sağlığınız için de standart kangurular yerine; kalın askılı ve bel destekli bu bebek taşıyıcılarını kullanmanız çok daha konforlu ve faydalıdır.
        Tüm bu bilgiler benim doktorlardan ve internetten araştırarak edindiğim tecrübeyle sabit önerilerdir.
    Bebekler doğduğu andan itibaren uzun bir süre 
    anne rahmindeki gibi cenin pozisyonunda durma ihtiyacı ve 
    eğilimi gösterirler.




    Ağırlık yalnızca kasıklara binmemelidir. 
    Siz bu şekilde dursanız ne kadar rahat ederdiniz?   

    Umarım işinizi kolaylaştırır.

    3 Ekim 2012 Çarşamba

    BUNU YILDA BİR KEZ YAPIN



    BUNU YILDA BİR KEZ YAPIN

    Özellikle Rus doktorların tavsiye ettiği kalp ve damar hastalıkları reçetesi mucizevi sonuçlar veriyor. Bitkilerle doğal tedavi yöntemine son derece önem veren Rus tıp dünyası, bu formülü yüzlerce yıldır kullanıyor ve son derece başarılı sonuçlar elde ediyor. Limon suyu ve sarımsakla yapılan karışım, damar sertlikleri, damar yağlanması, damar tıkanıklıkları ve tansiyon gi
    bi sorunları kalıcı olarak ortadan kaldırıyor.


    Türkiye'deki bazı doktorlar da hastalarına bu formülü öneriyor.


    EVİNİZDE KENDİNİZ YAPABİLİRSİNİZ!

    - 2 Litre hiç su katılmamış sıkılmış saf limon suyu

    - 40 diş soyulmuş ve ezilmiş sarımsak (Mümkünse Anadolu'da yetiştirilmiş ithal olmayan sarımsaklardan)


    - Ağzı sıkı kapanan 2 litrelik kavanoz (2 litrelik pet şişeler de kullanılabilir)güneş ve gün ışığı görmemesi için dışına alüminyum folyo kapatın.

    HAZIRLANIŞI

    2 Litrelik kavanoz ya da pet şişeyi dolduracak kadar limon satın alın. Limonların suyunu iyice sıkıp şişeye doldurun. Soyulmuş 40 diş orta boy sarımsağı yıkamadan ve ezerek limonun içine atıp şişenin kapağını sıkıca kapatın. 25 gün boyunca normal ılık bir yerde tutun ve her gün birkaç kez çalkalayın. Yaklaşık 25 gün sonra sarımsakların limon suyunun içinde eridiğini göreceksiniz.


    25 gün sonra hazır hale gelen karışımdan her sabah kahvaltıdan yarım saat önce yarım çay bardağı için. Bunu hergün düzenli olarak ve mümkünse aynı saatte yapın. Bu karışımın içine asla başka bir madde (şeker, tuz, tatlandırıcı vs. katmayın)



    YÜZDE 100 KANITLANMIŞ FAYDALARI

    1- Tüm damar iltihaplarını (vasküler) tedavi ediyor, tıkanan damarları açıyor, damar sertliklerini ve hipertansiyonu
    önlüyor.


    2- Kolesterol ve lipidi düşürüyor, zararlı yağların yakılmasını sağlıyor, kilo verdiriyor (bazal metabolizmayı hızlandırıp yağların yakılmasını sağladığı için iştahı açıyor.), vücuttaki şeker oranını dengeliyor, pankreasin yenilemesini sağlıyor.


    3- Böbrek ve safra taşlarını eritiyor, idrar söktürüyor, vücuttaki şişkinliği yok ediyor ve dokularda ödem oluşmasını engelliyor.


    4- Helycobeacter pylori adlı ülser mikrobunu öldürerek mide ve oniki parmak bağırsağı ülserinin kesin tedavisini
    yapıyor.

    5- Tüm romatizmal iltihabi önleyor, her tür romatizmal ağrıları dindiriyor, kireçlenmeyi önlüyor, eklem yüzeylerinin
    yenilenmesini sağlıyor ve her türlü ağrıyı kesiyor.


    6- Beyin hücreleri ve tüm sinir sistemlerini yeniliyor, sinirdeki aksiyon potansiyelini düzenleyip ileri-refleks hızını artırıyor, felç ve inme riskini azaltıyor.

    7- Vücudun bağışıklık sistemini son derece mükemmel hale getiriyor ve her türlü alerjiyi, özellikle de damarsal kökenli ve strese bağlı cilt alerjilerini kökünden engelliyor. Kanser oluşumlarına karşı tüm vücudu koruyor.

    Dipnot: Kan inceltici kullananlar "dr danışmadan" denemesin,düşük tansiyon problemi olanlar çok dikkat etmeli...

    N O T : İlacı hazırlayanın babasının koroner by-pass ile üç damarı değişecekken bu ilaç sayesinde %100 tıkalı damarları açılmış ilaç hazırlandıktan sonra sarımsaklar erir, koku etrafa yayılmaz. Kullanan üç kişi ile görüştüm hep son derece memnun olduklarını adeta gençlik iksiri olduğunu söylüyorlar.

    1 Ekim 2012 Pazartesi

    kanserhücreleriniöldüren formül

    Kansere çareyi Trabzonlu Ömer Özdoğan buldu! Trabzonlu Ömer Özdoğan, bir yıl önce, telefonla arıyor ve “Kansere çare buldum, ya beni kendi programınızı çıkarın ya da Uğur Dündar’ın telefonunu verin” diyordu. Önceleri pek ciddiye almamıştım ama ısrar üzerine Dündar’ın telefonunu bulup kendisine verdim. Sonra bir yakınımın kanser olduğu ve iki aylık ömrü kaldığı ortaya çıktı. Öyle ki doktorlar kemoterapi bile uygulayamıyor, vücudun bu ağır ilaçlara direnemeyeceğini ve hastanın hemen öleceğini söylüyordu. Hastamızın midesi bir yıl önce tamamen alınmıştı. Hastalık daha sonra midenin üstünde 12 parmak bağırsağından yemek borusuna ve oradan da artık bütün vücuda yayılmaya başladı. Yapacak başka bir şey kalmadığından Ömer’i aradım ve bahsettiği ilâcı göndermesini istedim. Ömer’in gönderdiği bal, arı sütü ve polenden oluşan macunu ve arı sakızını hastaya verdim, Bir hafta içinde kendi çabasıyla ayağa kalkmaya, yürümeye başladı. Bacağındaki 20 cm. uzunluğunda ve dört-beş cm. enindeki yara da hızla iyileşmeye başladı. Belden aşağısı davul gibi şişiyor, su topluyor ve bacağındaki yaradan şırıl şırıl su akıyordu. Bu arada iyileşmeye başlayıp evin içinde dolaşırken ayağı bir mindere takılıp düştü, kalçasını kırdı, ameliyat edildi, ameliyat yaraları da üç ay içinde hızla kapandı. Bir deri bir kemik kalmışken, kilo aldı, kendisini iyi hissetmeye başladı, genel karakteri olan karamsarlığı bile kayboldu, sağlıklı düşünmeye başladı. Şimdi hastamızın kan tahlilleri de tamamen temiz çıkıyor. Bütün bunlar 200 gram arı reçinesi, 1.5 kilo bal macunu ve doktorun reçeteyle verdiği, hastamızın her gün kullandığı vitamin yüklü mamalar ile oldu. Anladığım kadarı ile arı reçinesi, (propolis), vücuttaki kanserli hücreleri yok ediyor. Bunu yapmak için önce kanı temizliyor. Temiz kan, sadece hasta hücreleri yok ederken, iyi beslenme ile yeni üretilen sağlıklı hücreler onların yerini alıyor. Fakat propolis, her türlü kanserde etkili olur mu bilmiyorum. Yine de yöntem kesinlikle denemeye değer, çünkü hiçbir yan etkisi yok, kanı temizlediği için faydası kesin. Kemoterapi, kanserli hücrelerle birlikte sağlıklı hücreleri de yok ettiğinden hastanın iyileşmesi, çok dirençli bir vücuda sahip olmasına bağlıdır. Böyle bir bilgi elde ederek hastamızın iyileştiğini görünce, vicdanen rahatsız oldum ve birkaç ay önce “kansere çare var” diye bir yazı yazdım ve bizim gibi tamamen çaresiz kalanlar uygulasın istedim. Yazmasam, böyle bir çareyi sadece kendi yakınlarım için saklamış olurdum. Arı, kış dönemi öncesi, kovanın girişini kapatmak ve kovanı dezenfekte etmek için arı reçinesini üretir. Yalnız bu maddenin hepsi alınırsa bütün arılar, mikroptan ve soğuktan ölür. Arıya da bırakmak gerekir. Bir kovandan ne kadar alınabileceğini arıcılar bilir. Son yıllarda görülen toplu arı ölümlerinin sebebi, kovanlarından aşırı miktarda arı reçinesi alınması olabilir. Hasta, bu sakızdan normal sakız kadar bir parça keserek veya kopararak ağzında eritip un-ufak edene kadar çiğneyip yutacak. Bunu günde üç-beş defa tekrarlayacak. Macun ise hakiki bala, arı poleni ve çok az miktarda arı sütü karıştırılarak elde edilir. Sabahları, kavanozdaki macun iyice karıştırıldıktan sonra hastaya bir kaşık verilir. Arı sütünün fazlası tehlikeli olabilir, doping etkisi vardır. ARSLAN BULUT (YENİ ÇAĞ GAZETESİ) Propolis, nardan 62 kat fazla antioksidan içeriyor HÜ Gıda Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerince yapılan araştırmalarda, bal arılarının ürettiği "propolis"in, Listeria, EHEC ve Salmonella gibi öldürücü bakterileri büyük oranda yok ettiği tespit edildi. Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Gıda Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerince yapılan araştırmalarda bal arılarının ürettiği propolisin, birçok insanın yaşamını yitirmesine neden olan ve ABD'deki kavun tüketimiyle ortaya çıkan ölümlerle birkez daha gündeme gelen Listeria bakterisini yok ettiği belirlendi. HÜ Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Temiz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, üniversitede yaptıkları araştırmalarda, bal arılarının kovanlarındaki çatlakları kapatmak ve kovanını zararlılardan korumak için ürettiği propolisin, besinlerden bulaşan Listeria, EHEC ve Salmonella bakterilerini büyük oranda yok ettiğini tespit ettiklerini söyledi. Temiz, propolisin, bal arılarının kestane, kavak ve çam gibi ağaçların gövde, dal ve tomurcuklarından toplayarak kovanlarına taşıdıkları reçinemsi ve mumsu bir madde olduğunu belirterek, "Eski yıllarda propolisin antibiyotik yerine kullanıldığını, günümüzde de antimikrobiyal etkilerinden dolayı, gargaralarda ve spreylerde, diş macunlarında ve bazı kozmetik ürünlerinde yer aldığını görüyoruz. Propolisin mikrop öldürücü etkisini göz önüne alarak EHEC, Salmonella ve Listeria üzerine öldürücü etkisi var mı, yok mu? onu inceledik. Etil alkolde çözdüğümüz propolisi mikroplarla karşı karşıya getirdik ve propolisin önemli oranda Listeria'yı yok ettiğini, Salmonella'yı ise önemli ölçüde öldürdüğünü gördük" diye konuştu. Listeria enfeksiyonunun, "Listeria monocytogenes" adı verilen bakterinin vücuda girmesiyle ortaya çıkan bir enfeksiyon türü olduğunu belirten Temiz şunları kaydetti: "Bakteri toprakta, suda ve kanalizasyon sistemlerinde, gübrede, hayvan yemlerinde, taşıyıcı insan ve hayvanlarda yaşar ve buradan da evcil ve vahşi hayvanlara, kuşlara, sineklere ve kabuklu deniz hayvanlarına geçer. Bakteriyi taşıyan hayvanın gübresi ile bulaşmış sebze ve meyvelerde, pastörize edilmemiş sütte, kırmızı ette, tavuk etinde, deniz ürünlerinde, çiğ ve yeterince işlenmemiş sütlerden yapılan peynirlerde bulunan bakteriler insanlarda Listeria enfeksiyonuna neden olabilir. Bilindiği gibi ABD ve Avrupa'da çoğunlukla kavun ve karpuz dilimlenerek satılmaktadır. Dilimlenme anında kavunun kabuğunda bulunan Listeria bakterisi meyve kısmına geçmiş ve burada gelişerek zehirlenme yapacak düzeye erişmiş olabilir." Temiz, bakterinin vücutta çok miktarda birikmesi halinde menenjite yol açabildiğine dikkati çekerek, hastalığın belirtilerinin yüksek ateş, baş ağrısı, boyun tutulması veya sertleşmesi ve mide bulantısı olarak görüldüğünü söyledi. Enfeksiyonun ilerlemesi durumunda hamilelerde düşük ve ölü doğumlara yol açtığını belirten Temiz, "Bakteriden en çok etkilenenler bağışıklık sistemi zayıf olanlar, HIV taşıyıcıları, kemoterapi görenler, hamileler, bebekler, küçük çocuklar ve yaşlılar. Hastalık ilerlerse ölüme de neden olabiliyor" dedi. -Propolis gıdalardaki ekşime ve çürümeleri de engelliyor- Temiz, gıdalara uygulanacak propolisin küflenme, çürüme ve ekşime gibi mikrobiyel bozulmalara da etki ettiğini, bu bozulmaya sebep olan bakterilerin ve küflerin de propolis sayesinde öldürülebildiğini kaydederek, şöyle konuştu: "Fakat yaptığımız çalışmalarda propolisin eklendiği ve kaplandığı gıdalarda reçinemsi bir tat ve koku bırakıyor. Bu etkinin kullanılacak propolis miktarının azaltılmasıyla giderilebileceğini düşünüyoruz. Bu konuda araştırmalarımız devam ediyor. Gıdalara propolisin direkt uygulanmasının yerine, içeriğindeki bakteriyi öldüren etken maddelerin ayrıştırılarak kullanılması tat ve koku için daha uygun olabilir. Bu maddenin antiseptik, antimikrobiyal ve antitümör (tümör oluşumunu engelleyici) gibi sayısız etkisi var. Şeker hastaları için faydalı. Aynı zamanda dokuların iyileşmesi ve onarımına da katkı sağladığı tespit edilmiş. Vatandaşlar ayrıca hem sağlıklı olmak hem de mikroplara karşı vücut dirençlerini güçlendirmek için propolisi tablet ya da şurup şeklinde kullanabilir." Temiz, aktarlarda satılan propolis tablet ve türevlerinin kesinlikle güvenilir olmadığını da vurgulayarak, eczanelerde satılan Sağlık Bakanlığı'ndan onaylı ürünlerin de mutlaka doktor denetiminde alınması gerektiği uyarısında bulundu. Propolisin gıdalara, sebze ve meyvelere henüz uygulanamadığını dile getiren Temiz, araştırmaların devam ettiğini gelecek günlerde sorunun çözüleceğini tahmin ettiklerini belirterek şunları söyledi: "O zamana kadar bu bakterilerden korunmanın en ideal ve ulaşılabilir yolu meyve ve sebze yüzeylerinin sirkeli suyla dezenfekte edilmesidir. 1 litre suya 1 çay bardağı sirke ekleyerek yapılacak karışımda sebze ve meyveleri 10-15 dakika beklettikten sonra bir kaç kez musluk altında yıkamak. Böylece sebze ve meyvenin dış yüzeyindeki bakteri ve diğer mikroplar önemli oranda ölüyor. Ayrıca pastörize olmayan süt ve süt ürünlerinin tüketiminden de kaçınılmalı. Tüm endüstriyel gıda maddelerinin üzerinde üretim tarihi ve son kullanma tarihi ibaresi aranmalı ve tarihi geçmiş besinler yenmemeli. Çiğ yumurta, çiğ et (tavuk, kabuklu deniz hayvanları, balık, kırmızı et gibi) yeme alışkanlığı terk edilmeli." Arıların değişik ağaç ve çiçeklerden elde ederek ürettiği propolisin meme kanseri hücrelerinin çoğalmasını önlediği tespit edildi. Bir kilogram bal için 40 bin arı 6 milyon defa çiçekle buluşuyor ve arıcının bir yıllık çalışmalarının sonucunda ulaşılıyor bu mucizevi gıdaya. Ancak arılar sadece bal üretmiyor. Arılar ve ürettikleri maddeler konusunda yürütülen uzun soluklu araştırmalar önemli sonuçlar doğurdu. Bu araştırmalardan birisi de propolise ilişkindi. Arıların, bazı bitki ve ağaçlardan topladığı reçine gibi bir madde olan propolisin meme kanseri hücrelerinin çoğalmasını büyük ölçüde engellediği tespit edildi. İç Hastalıklaır Uzmanı Prof. Dr. Oğuz Öztürk, yaptıkları çalışmalarda, propolisin, normal hücreye hemen hiçbir etki göstermeksizin kanserli hücreleri öldürücü etkisi olduğunu gördüklerni söyledi. Araştırmalarda tespit edilen bir başka dikkat çeken nokta, doğal antibiyotik olarak bilinen propolisin yüksek antioksidan özelliğine sahip olduğuydu. İTÜ Gıda Mühendisliği Bölüm başkanı Prof. Dr. Dilek Boyacıoğlu, şöyle konuştu: "Geçtiğimiz yıl çaya bal ilave edince antioksidan özelliğini nasıl etkilediği üzerine araştırmalar yapmış, yayınlamıştık. Propolis,polen, diğer arıcılık ürünleri üzerinde araştırma yaptık, bunun üzerine şu sonuca vardık. Propolisin antioksidan bombası diyebileceğimiz kadar yüksek özelliğe sahip olduğunu gördük"

    21 Eylül 2012 Cuma

    DİŞLERİNE BAK HASTALIĞINI ANLA

    DİŞLERİNE BAK HASTALIĞINI ANLA


             İnsan vücudu bir bütün olduğu için bu bütünün herhangi bir yerinde meydana gelen aksaklık diğer bölgeleri de etkiliyor. Dişlerine bak hastalığını anla İşte vücudumuzun verdiği sinyallerin anlamları... Güzel Etkileyici Sıcak Çılgın Tuhaf İnanılmaz Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Uzmanı Dr. Nihat Tanfer, ağzımızın çok sayıda hastalığa ait sinyaller verdiğini söylüyor. İşte o sinyallerin işaret ettiği hastalıklar...

    REFLÜ: Bu hastalık temelde aşırı miktarda gastrik asit içerikli sıvıyla ortaya çıkan bir sindirim sistemi rahatsızlığıdır. Reflü hastalarının diş lerinde erozyonlar (aşınmalar) görülür. Bu hastalarda diş minesi zayıflar ve buna bağlı olarak dişlerde estetik olmayan sarı bir renk belirir.

    ANEMİ (KANSIZLIK): Bu hastaların dilleri; kırmızı, parlak ve ağrılı olur. Yine bu sorunda kişilerin ağız köşelerinde kırmızı lezyonlara rastlanır.

    AIDS : Bağışıklık sisteminin baskılanması sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır.

    HIV enfekte kişilerde 40’tan fazla ağız bulgusu saptanmıştır. Bunların en sık görülenleri; diş etlerinde kızarıklık, kanamalar, çene kemiğinde erime, aftöz lezyonlar, ağız içi mantarlar ile ağız kuruluğu gibi semptomlardır.

    SEDEF HASTALIĞI: Bu hastalığın da ağız içi belirtileri vardır. Ancak bu bulgular çok sık görülmez. Sedef hastalarının dilleri normalden daha farklı bir görüntü sergiler. Bu durumdaki kişilerde gri, gümüşümsü, pul pul dökülen plaklar bulunur.

    LÖSEMİ: Lösemi hastalarında ağız içinde, “peteşi” adı verilen küçük kanama odakları, ülserler ve yine çene kemiğinde kayıplar ile ağız dokularında yaygın morluklar görülür. Diş eti büyümeleri de löseminin ağız içi belirtilerindendir. Bu gibi özel bulgular günümüzde hastalığın erken teşhisine olanak tanır.

     DİYABET: Diyabet, kandaki glikoz seviyesini (kan şekerini) düzenleyen esas hormon olan ensülinin az salgılanması, hiç salgılanmaması (Tip 1 Diabet) veya dokuların ensüline yeterince cevap verememesine bağlı ( Tip 2 Diabet) görülen bir hastalıktır. Dişi çevreleyen ve destekleyen dokuların iltihabı anlamına gelen, ‘Periodontitis’e diyabet hastalarında sık rastlanır. Bu hastalığı diyabetik dokularda meydana gelen değişiklikler; dişetinin iltihabıyla birlikte meydana gelen diş eti kanaması, diş eti büyümesi ve kemik kayıpları izler. Bu durum kontrol altına alınamadığında dişlerde sallanma ve kayıpların varlığı kaçınılmazdır. Bunun yanı sıra tekrarlayan apseler, tükürük akışında azalma, ağız kuruluğu, ağız kokusu, yüksek çürük riski ve mantar oluşumları da gözlenebilir.

     TİROİT: Tiroit bezinin normalden fazla çalışması ve fazla hormon salgılamasına, “hipertiroidi” adı verilir. Bu hastalarda bazal metabolizma hızı artışı olduğu için erken diş eti rahatsızlıkları, dişlerin sürme zamanlarında değişim ve erken çene gelişimi ortaya çıkabilir. Ayrıca ağız mukozasında tümörler ve enfeksiyon da sık rastlanan sorunlar arasındadır. “Hipotiroidi” durumunda (Tiroit bezinin az çalışması) ise dilde büyüme ve dişlerde çapraşıklık görülebilir.